İSTANBUL – Prof. Dr. Cengiz Tomar
Günümüzde Ortadoğu’daki sorunların anası diyebileceğimiz “Filistin’i Yahudilere vatan yapma” projesinin adı, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un 2 Kasım 1917 tarihinde Siyonizmin en önemli isimlerinden baron Walter Rothschild’e yazdığı mektupla konuldu. Filistin’i Yahudilere vatan yapma düşüncesi, bu tarihten itibaren İngiliz mandası döneminde 30 yıl süren hazırlık çalışmaları sayesinde İsrail devletinin kurulmasıyla sonuçlandı. Yaklaşık 200 yıllık bir süreçte gerçekleşen bu proje, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu’da barış ve istikrarı etkileyen en önemli faktör olma özelliğini hâlâ koruyor. Bütün barış görüşmelerine, BM kararlarına rağmen, bugün Filistin’in tamamı işgal edilmiş, halkının büyük kısmı mülteci haline getirilmiş, her şeye rağmen vatanlarında direnenler ise bir açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. Bundan yüzyıl evvel kendilerine vatan aranan Yahudiler, bu süreçte Filistinlileri yurtlarından ederken, ABD’nin “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen yeni planıyla bu defa Filistinlilere yeni bir vatan aranıyor.
Musevilere vatan aramak
Musevilere vatan arama sürecinin 19. yüzyıl başlarından itibaren geniş bir yelpazeye yayıldığı pek bilinmez. Bu çabaların ilki, modern Siyonizmin öncülerinden Mordecai Manuel Noah’ın Niagara nehri üzerindeki Grand Island’da 1825 yılında Museviler için (akim kalan) bir yurt oluşturma çalışmasıdır. Bugün ABD’de yaygın olan Mormonların bu hareketten etkilendiğine dair malumat mevcuttur. Musevilere vatan arama çabalarının en bilineni ise yine İngilizlere aittir. Doğu Afrika’da kolonileri bulunan İngilizler 20. yüzyıl başlarında “Uganda planı” adı verilen önerilerinde, Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’e, günümüzde Kenya sınırları içinde bulunan 13 bin kilometrekarelik bir alanı (özellikle Rusya’da pogrom uygulamasına maruz kalan) Musevilere vatan olarak önermiş, ancak bu öneri Siyonist kongresinde reddedilmişti. Musevilere yurt kurma projeleri arasında nispeten daha başarılı olanı, 1930’lu yıllarda Stalin döneminde, Rusya Yahudilerine Çin sınırındaki Birobican bölgesinin özerk oblast (eyalet) olarak verilmesiydi. Siyonizme rakip olarak Yiddiş dilinin konuşulacağı Sosyalist bir Sovyet Sion’u kurmayı amaçlayan proje, çok geçmeden Stalin’in katliamlarına ve zulmüne maruz kalarak berhava olmuştu.
Bu dönemde tartışılan planlardan biri de İngilizlerin Güney Amerika’daki kolonisi olan Guyana’da bir Musevi yurdu kurulmasıydı. Bundan daha ilginç bir teşebbüs ise Nazi Almanya’sının Avrupa’daki Musevileri Afrika’nın doğusundaki Madagaskar adasına göndererek onlardan kurtulma planıydı. Ancak bu proje de Almanya’nın savaş meydanlarında yenilmeye başlamasıyla sadece fikri bir teşebbüs olarak kaldı.
Osmanlı topraklarına Musevi göçü
Yukarıda sıraladığımız Avrupa devletleri ve Rusya’nın rahatsız olduğu Musevilere yurt kurma projeleri genellikle sadece plan aşamasında kalmakla birlikte, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı topraklarında (özellikle Filistin bölgesine yapılan göçler vasıtasıyla), İsrail devleti kurulmadan çok öncede demografik bir değişim sağlanmıştı. Musevilerin Filistin ve Kudüs konusundaki dini motivasyonu, Avrupa’nın (özellikle İngiltere’nin) büyük desteği ve Osmanlı yönetiminin ortadan kalkması sonucunda bölgede buna direnebilecek güçlü bir Müslüman devletin kalmaması, bu manada kolaylaştırıcı unsurlar olmuştu.
Osmanlılar döneminde, henüz 18. yüzyıldan itibaren Filistin ve Kudüs, son günlerini geçirmek ve burada defnedilmek isteyen dindar Musevi grupların yerleştiği bir bölgeydi. Nitekim bu durum Osmanlı yönetiminin de nazar-ı dikkatini celp etmiş ve bu yüzyılın sonunda devletin araştırma ve soruşturmalarına sebep olmuştu. Ancak 1840 yılı Filistin’e Musevi göçleri açısından bir dönüm noktası oldu. Bu yıllarda Prusya, Hollanda, Rusya, Polonya ve Macaristan’dan her yıl yüzlerce Yahudi Filistin’e yerleşmeye başladı. Uzun yıllar bu tehlikeyi fark edemeyen Osmanlı yönetimi, nihayet 19. yüzyıl sonlarında II. Abdülhamid döneminde, bu yerleşimleri bir tehdit olarak görüp çeşitli tedbirler almaya başladı.
Belgelere yansıdığı kadarıyla, Osmanlı tebaası olmayan Musevilerin Filistin yerine Suriye ve Irak gibi bölgelere yerleştirilmesi emredildi. Ancak Osmanlıların dini hoşgörüsünü ve zayıflamasını suiistimal ederek Filistin ve Kudüs’e gelen Museviler bölgeye yerleşmeye devam ettiler. Osmanlı devletinin Musevilerin Filistin’de bir aydan fazla kalmaması yönünde verdiği bütün emirlere rağmen, Avrupalı konsolosların (özellikle de İngilizlerin) tepkisi ve Osmanlı Devleti’nin son yıllarını yaşıyor olması, bu emirlerin uygulanamamasıyla neticelendi. 1882 ve 1905’teki büyük Musevi göçleriyle Yahudi nüfus bölgede baskın hale geldi.
Sadece Kudüs nüfusu örneği dahi durumun ne kadar tehlikeli olduğunu göstermeye yeter: 19. yüzyılın ilk yarısında 11 bin civarında olan Kudüs nüfusunun 6 bini Müslüman, 3 bin 500’ü Hristiyan ve bin 800’ü Yahudilerden oluşmaktaydı. Aynı yüzyılın sonlarında ise 45 bine baliğ olan Kudüs nüfusunun 30 bininin Avrupa ülkelerinin pasaportunu taşıyan Yahudilerden oluştuğu raporlara geçmişti. 1900 yılında 10 bin Müslüman, 10 bin Hristiyana karşılık, Yahudi nüfus 35 bine ulaşmıştı. II. Abdülhamid bu göçlerin ülke güvenliğini tehdit ettiğini fark ederek tedbir almaya çalışmışsa da ardından gelen İttihat ve Terakki hükumeti bu tehdide pek aldırmadı.
Filistin’i Yahudilere vatan yapma projesi, aslında 19. yüzyıl boyunca yapılan göçlerle işgal edilmesiyle, bölgenin yüzyıllardır korunan demografik dengesinin bozulması sonucunda fiilen gerçekleşmişti. 2 Kasım 1917’de kaleme alınan, daha sonra ifşa edilerek bir deklarasyona dönüşen ve “Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan vadeden” mektup ise yaklaşık bir asır boyunca demografik olarak yapılan işgalin artık resmileşeceğini, yani mevcut durumu ilan eden bir belgeden başka bir şey değildi. Aynı yıl Filistin’in İngilizler tarafından işgali, zaten “görünen köyün kılavuz istememesi” gibi, bir İsrail devletinin kurulacağının habercisiydi. Bugün üzerinden yüzyılı aşkın bir süre geçen ve hâlâ tartışılmaya devam eden Balfour deklarasyonu bir sebepten ziyade sonuçtu ve son noktayı koymaktan başka bir şey değildi.
Yazımızı yine bir son sözle bitirelim: “Önce demografi, sonra hudutlar ve haritalar değişir.”
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/haymatlostan-isgale-balfour-deklarasyonu/1300781